İnsan ırkı asırlardır birçok savaş, hastalık, kıtlık atlattı. Tüm bunlar olurken kendini ve insanlığı geliştirmek için birçok buluşa imzasını attı. Taşları cilalayarak başlayan bu serüven sanayi devrimiyle birlikte makinaları hayatımıza getirmiş oldu. 18 – 19. yy insanın bilime ve sanayiye katkılarının çok olduğu, bugün kullandığımız birçok buluşun ilk adımlarının atıldığı zamanlardı. Bugün elimizden düşüremediğimiz, adeta bir uzvumuz haline gelen telefonlar 1886 yılında hayatımıza girmiş oldu. O günden bugüne birçok varyantı geliştirilen telefonlar 21. yy’de teknoloji ve bilim çağının da gelmesiyle birlikte artık ellerimiz kollarımız haline geldi.
Kuşaklara Göre Sosyal Medya Kullanımı
Teknoloji hayatımızın her alanına müdahale ettiği gibi çocuk gelişimi ve eğitim alanlarına da müdahil oldu. Teknolojiyle birlikte çocukların gelişim evreleri de farklılık göstermeye başladı. Jenerasyonlar arası fark açıldı. Ebeveynler çocuklarının hızlarına ayak uyduramaz oldu. Özellikle X kuşağı ve Z kuşağı arasında bir uçurum oldu. Bilindiği üzere X kuşağı 65’- 79’ yılları arasına denk gelen kuşak olarak bilinir. Z kuşağı ise teknolojinin içine doğan dış dünya ile bağlantısı internet ve sosyal medya üzerinden olan 2000 – 2012 yılları arasında doğan çocukları kapsar. Kuşak çatışması generation gap olarak da bilinen bu kavram kuşaklar arası çatışmaları anlatmak için kullanılan bir kavramdır. Kendi yaşadıkları dönem ile çocuklarının doğup büyüdüğü dönem arasındaki farkı anla(ya)mayan ailelerin çocuklarıyla yaşadıkları tüm çatışmalar bu kavramın içinde yer alır.
Y kuşağının son dönemlerine denk gelen ve dönemin başlarında ve ortalarında doğan çocukların ergenlik dönemini teğet geçen sosyal medya çılgınlığı, ne yazık ki Z kuşağını tam on ikiden vurdu. Bunun sonucu olarak sosyal medya, artık hayatımızdan çıkaramadığımız bir mecra haline geldi.
Gençlerin Güzellik Algısı ve Sosyal Medya
İnsanların güzellik algısı, sosyal medya ile birlikte daha da değişti. Hep aynı tip güzellik anlayışı, farklı olanı linçleme kampanyaları, influencer olarak tabir edilen sosyal medya ünlülerinin tüketime özendiren çağrıları, hayatımızın önemli bir parçası haline geldi. Adaletsizlik kavramı daha çok hayatımıza girmiş oldu. Sosyal medya fenomenlerinin yaşadığı uçuk hayatlar birçok psikolojik rahatsızlığı da beraberinde getirdi.
Yapılan araştırmalar, sosyal medyanın aşırı kullanımının, gençlerde depresyona ve kaygıya sebep olduğunu ortaya koydu (Seabrook, 2016). Uluslararası yürütülen bazı çalışmalar depresyon ve aşırı internet kullanımının yakından ilişkili olduğunu kanıtlar niteliktedir (Balcı & Baloğlu, 2018).
Amerikan Pediatri Akademisi’nin, 2011 yılında yayınladığı bir makalede adını duyuran bir kavram olan “Facebook Depresyonu” çocukların ve gençlerin sosyal medyada çok fazla vakit geçirip, sonunda depresyon belirtileri gösterdiğini anlatmak için ortaya atılmıştır (O’Keeffe ve Clarke-Pearson, 2011). Bu kavram yukarıdaki araştırmaların da belirttiği gibi sosyal medyaya fazla maruz kalmanın çocuk ve ergenlerde ciddi psikolojik rahatsızlıkları beraberinde getirdiğini göstermiştir. Bu depresyonun en büyük sebeplerinden biri hiç kuşkusuz sosyal görünüş kaygısıdır. Daha kendi bedenlerini yeni tanımaya başlamış olan ve bu durumdan büyük rahatsızlık duyan, ergenlik çağındaki bireyler, kendilerini sosyal medya fenomenleriyle kıyaslamaya başlar. Bu kıyaslama başta zararsız görünse de aslında içinde derin bir kaygı taşır. Bu kaygı, yetişkinlik döneminde de peşlerini bırakmayacak olan öz yetersizlik hissinin ilk belirtileridir. Daha o yaşlarda beyinlerine işlenen “Hayat adil değildir” anlayışı dünya ile kurmaya çalıştıkları o bağı derinden zedeler. Bilindiği üzere ergenlik başlı başına sancılı bir dönemdir. Çocukluktan yetişkinliğe ilk adımını atan bireyler, ellerinden kayıp giden çocukluğunun yasını tutarlar. Ergenlik dönemi ve yas dönemi birbirine çok benzer. İkisinde de büyük bir kayıp söz konusudur. Ergenliğin o kocaman dünyalarında yarattığı depremden sağ çıkmaya çalışan bireylere bir darbe de sosyal medyadan gelir. Daha az düşünen daha fazla tüketen kişiler haline gelmeleri kaçınılmazdır.
Ebeveynler Ne Yapmalı?
Ebeveynler olarak çocuklara, ergenlere nasıl yaklaşılmalı? Sosyal medya kullanımını nasıl azaltılır? Evet, teknoloji elimizin altındaki bir cevherdir ancak çok dikkatli kullanılması gerekir. Bu konuda ebeveyn olarak sizlere de çok büyük görevler düşüyor.
- Çocuklarınızın girdiği siteleri mutlaka kontrol edin! Onların izlediği şeylerin, takip ettiği kişilerin ve kanalların yaş gruplarına uyup uymadığını kontrol edin.
- Çocuklarınızı dış dünya ile tanıştırın! Telefonlarından uzak bir gün geçirmelerini sağlayın. Bunu kısıtlandırarak veya kurallar koyarak değil onlar için eğlenceli hale getirerek yapmaya çalışın.
- Ailecek vakit geçirmeye daha fazla özen gösterin. Çocuklarınızla birlikte siz de kendinizi keşfedin ve yeni hobiler edinin.
- Sanal dünyanın onlar için her şey demek olmadığını asıl sosyal etkileşimin, paylaştıkları gönderilerle veya yorumlarla olmadığını, arkadaşlarıyla gerçek dünyada buluşmanın daha zevkli olduğunu onlara anlatın.
- En önemlisi çocuklarınızdan bunları yapmasını isterken siz de onlarla birlikte sosyal medya kullanımını ve telefon kullanımını azaltın. Unutmayın ki alışkanlık haline getirmediğiniz hiçbir şeyi çocuklarınıza da benimsetemezsiniz.
Amerikalı psikanalist Irvin Yalom’un çok sevdiğim bir eseri olan, Nietzsche Ağladığında da söylediği gibi çocuklarınızı yetiştirmek için önce kendinizi yetiştirmeniz gerek. Aksi halde, hayvani ihtiyaçlarınız ya da yalnızlığınız ya da içinizdeki boşlukları doldurmak için çocuk sahibi oluyorsunuz demektir. Bir baba olarak göreviniz bir başka benlik, bir başka Josef değil; daha yüce bir şey üretmektir.
Sosyal medya kullanımının kısıtlandırılması konusunda ben de üzerime düşen görevlerimi yapmaya özen gösteriyorum. Bu konuda sizlere bir iki kelam etme sorumluluğunu hissettim. Çocuklar ve gençler bir toplumun aynasıdır. Aynalarımızı tertemiz tutup onlara güzel bir gelecek sağlamak hepimizin elinde. Sürçü lisan ettiysem affola…
Bir sonraki yazımda görüşmek üzere,
Sağlıkla kalın.
Şeyma Bacın