Kendi olmadan bir başkası olabilir mi insan? Kendilik arayışına talip değilken bir başkasında ne kadar sürdürebilir gerçekliğini.Kendini bulmayan insan gerçekten var olmuş mudur ki?
Peki kendini bulma arayışı nedir ve nasıl olmalıdır? İnsan kendisi kadarsa eğer kendi nerelerde ve nasıl var olmalıdır? Hayat yolu, tercihleri, benliği nelerle buluşmalıdır?
Mesela hiç düşündük mü yıllar yılı yaşadığımız şehirleri ne kadar tanıyoruz? Hiç uğramadığımız mekanlar, el sürmediğimiz detaylar, gönül vermediğimiz güzellikler var mı? Kendimizi ne kadar kurtarıyoruz günlük rutinlerimizden? Aslında yüreğimizi alıp benliğimizle baş başa uzun uzun yolculuklar yapmak, derinlere dalmak ve her şeyi en güzel haliyle düşünmek ne denli huzur verir benliğimize.
Ya da güzel bir sergiyi gezmek, tek tek tüm çizgileri süzmek; renklerin tonlarında kaybolmak ve yeniden doğmak hayata veya bir melodinin içinde var olmak, bir dansın ruhuna eşlik etmek ne çok besler bizi. Benliğimizi, ruhumuzu, kendilik arayışımızı öyle değil mi?
Bu yüzdendir ki insan hayatta ne yapmaya çalışırsa çalışsın ne olmak isterse olsun benliği, tercihleri ve inandıkları kadardır. Bir kitabı raftan indirmek ve sayfalarında kaybolarak yolculuğun tadını çıkarmak da bize ait. Veyahut rüzgarın önüne kattığı yağmur damlası gibi bazen bir yaprağa, bazen bir kalbe bazen de hayatın gerçeklerine çarpmak da bize ait.
Öyledir ki kendilik arayışı ruhun görebildiği, gidebildiği yerler kadardır bir bakıma. İnsanın tercihleri gözleri ile sınırlı değilse eğer inandıkları kendisi olabilir. Tüm gerçeklerine rağmen hayalinde ipini tuttuğu bir balonu, ağlayanlar ülkesinde kahkaha atan bir sesi, kaybettiklerinin derinliklerinde bulduğu bir benliği var olabilir. Yüreğinin bir canda değil, binlerce canda attığı bestesine dokunabilir. Bir tablo çizebilir adeta inandıklarıyla. Acıların dindiği sarı ışıklı pencereler, huzurun nağme nağme yükseldiği duru bir gökyüzü, koparılmadan tüm dünya çocuklarına armağan edilen çiçekler, salınan Saka kuşları ve daha niceleri kendilik arayışında yoldaştır insana.
Kendini arayan insan birçok yola talip olur esasında. Sevinçleri, hüzünleri, kayıpları, buldukları, bulmak istedikleri, bulamayışları vardır. Bir kapısı olur mesela. Sonsuzluğa açılan büyük bir kapısı. Bu kapıdan koşan çocukları görür son model metal yığınlarına inat. Uçurtmaları görür gökyüzüne salınan tellere inat. Masalları duyar tüm acılara inat. Gerçekliğini yok etmeden, içinin derinliklerine yapar yolcuğunu. Hüznü karar gönül toprağında. Bu toprağa tek tek diker umut çiçeklerini.
Bazen bir kuşun kanadında bulur huzuru. Bazen bir çiçeğin yaprağında. Bazen gökyüzünün derinliklerinde bazen de en sadık yârimiz olan kara toprakta.
Kapısını örtemez kendilik arayışına çıkan biri. Şehir şehir gezer bazen. Ülke ülke, gönül gönül. Gözyaşlarına dokunur. Bazen de oluşan gamzelerde bulur kendini. Bazen çığlık çığlığayken kendisi olur. Bazen de sessiz sedasız anlarda. Bazen yılmadığında bulur kendini. Pes etmeyip dimdik ayakta durduğunda. En nihayetinde insan birçok yol ile ulaşır kendine. Tanışır benliğiyle. Sonsuzluk kapısını da her daim açık tutar.
En başta da dedim ya hani kendisi olmadan bir başkası olabilir mi insan diye. Kendilik arayışına talip değilsek eğer bir başkasında çiçek açmamız mümkün olmayabilir. Gören gözlerimizi değil gönül gözlerimizi açmalıyız ki benliğimizin farkına varalım.
Sözün özü şudur ki “Kendilik arayışı yine insanın kendisiyle başlar.’’.
Yol sizin, keşif sizin…
Elif Abbas