Waiting for Superman, Davis Guggenheim’in hem yazıp hem çekip hem de rol aldığı çok etkileyici bir belgesel. 2010 yılında çekilen bu belgeselde başarısız okullara giden beş çocuğun hayatı ele alınıyor. Belgeseli izlerken bu beş çocuğun hayatının şans toplarına bağlı olduğunu görmek beni gerçekten çok üzmüş, okul ve eğitimle ilgili kafamdaki tüm argümanlar birbirine karışmıştı. Bu belgeselle birlikte bu kavramları tekrar gözden geçirmeye başladım. Bununla birlikte ABD’deki ailelerin, devlet okullarının düzeltilmesi konusunda belgeselin adına da esin kaynağı olan bir ‘Süpermen faktörüne’ yani bir kurtarıcıya ihtiyaç duyması da benim çok ilgimi çekmişti. İşte, ben de bugünkü yazımda bu belgeselin genel olarak bende bıraktığı etkilerden bahsedeceğim.
Her sabah okullarımıza inanarak uyanırız. Daha doğrusu inanmasak dahi inanmak isteriz, diye başlıyor ‘’Waiting for Superman’’. Düşününce gerçekten de öyle… Nihayetinde bir veli veya bir öğrenci olarak okulumuzdan ne bekleriz? Elbette, bizi başarıya ulaştırmasını… Bizi başarıya ulaştırmasını beklediğimiz kuruma ‘inanmak’ zorunda kalırız çoğu zaman. Bu belgeselde de devlet okulları ile özel okulların mukayesesi eşliğinde ebeveynlerin, iyi bir eğitim alabilmeleri adına çocuklarını ‘iyi’ bir okula gönderme çabalarına tanıklık ediyoruz. Bu belgesel sayesinde ABD’de bulunan birçok devlet okulunun çok kötü eğitim şartlarına sahip olduğunu da öğreniyoruz. Özellikle çoğunluğunu Siyahîler, İspanyollar yahut yoksulluk ve suç oranının yüksek olduğu mahallelerde yaşayan ailelerin oluşturduğu dezavantajlı grupta bulunanlar ise ne yapacaklarını bilemez haldeler. Belgeselde ABD’nin eğitim sistemine yönelik eleştiriler yer aldığı için, eğitim sisteminin iyileştirilmesiyle ilgili farklı uzmanlardan da görüşler alınmış. Bu uzmanlardan biri olan Eric Hanushek’e göre veliler, eğitimdeki başarıda aslan payının öğretmenlere ait olduğuna inanıyor ve sözünü ettiğimiz devlet okulları ‘’kötü’’ öğretmenlerden arındırıldığında eğitimin iyi hale geleceğini ve kötü öğretmenlerin yerine gelecek ‘’sıradan’’ öğretmenlerle dahi ABD’deki başarı oranının artacağını düşünüyordu.
Belgeseli izlerken ailelerin, eğitimin en önemli ögelerinden olan okul ve öğretmene önem verdiklerine şahit oldum. İyi bir eğitimin bileşenleri ise sadece okul ve öğretmen olamazdı elbette. İyi bir eğitim kişiden kişiye değişen bir olguydu. Ben de bunun üzerine eğitim kavramını düşünmeye başladım ve aklıma şu sorular geldi: Eğitim sadece okulda mı yapılır? İyi okul veya en iyi okul ne demektir? En iyi okul öğrencinin en yakınındaki okul mudur? Her yerde eğitim yapılabilir mi? Bunun için illaki bir okula mı ihtiyaç var? Okul dört duvarı taşlarla kaplı bir yerden mi ibarettir? Okul bir üretim yeri midir? Bu sorular, okul olgusunun sınırlarını çizmemizde yeterli olmaz elbette. Çünkü iyi bir eğitim sadece okulla mümkün olmaz. İyi bir eğitim okul ve hayat arasındaki ilişkide saklı olduğundan, ilk olarak bu kavramlar arasındaki ilişkiye bakmak lazım… Bu konuda ünlü simaların görüşlerini içeren birkaç örnek vermek istiyorum. Örneğin, Seneca’ya göre okul için değil, hayat için öğreniyoruz. John Dewey’e göre; okul hayata hazırlık değil, hayatın ta kendisi olmalıdır. ‘’Okul her yerdir’’ görüşüne sahip İsmail Hakkı Baltacıoğlu ise okulun aynı zamanda bir üretim yeri olduğunu öne sürerek okulu hayat gibi kılmak gerektiğini dile getirmiş. Bu üç düşünür görüşleriyle eğitimin toplumsal işlevine de dikkat çekmiştir. Ancak eğitim sadece toplumsal boyuttan ibaret değildir. Öğrenciyi hayata hazırlayan bir yönü olsa da eğitimin; bireysel, ekonomik ve siyasi işlevlerini de göz ardı etmemek gerekir.
Hazır konu konuyu açmışken, eğitim-öğretim ve öğretmen arasındaki ilişkiye de değinmek istiyorum. Öğretim kavramını göz önünde bulundurduğumuzda, eğitim hep öğretimin önünde olmuştur. Çünkü eğitim; duygu, ahlak, şahsiyet ve karakter inşa eden temel bir yapıdır. Eğitim olmadan öğretimin varlığından söz edilemez. İşte, tam olarak bu yüzdendir ki ikisi et ve tırnak misali ayrılmaz bir yapıyı oluşturur. Eğitim ve öğretimden bahsetmişken, bu süreçte öğrenciye şahsiyet ve karakter kazandırabilecek bir başka gerekli bileşen olan öğretmen için de birkaç şey aktarmak istiyorum. Belgeselde de göreceğiniz üzere sıradan bir öğretmenin dahi eğitim ve öğretim sürecine etkisi yadsınamaz. İyi bir eğitim, donanımlı bir öğretmeni gerektirir. Ne tesadüftür ki donanımlı öğretmenin yetişmesi için de iyi bir eğitim gerekir. Öğretmenin niteliği öğrencinin niteliğini de belirleyeceğinden, iyi bir öğretmenin taşıması gereken bazı vasıflar olmalıdır. Bu konuda Nurettin Topçu’nun çok güzel bir sözü var: “ Muallim; öğreten, irşat eden, yol gösteren, terbiye eden hülasa-i veli, mürebbi ve emin vasıflarına sahip olacak insandır.’’ Öğretmenin veya eskilerin deyimiyle muallimin eğitim-öğretim sürecinde etkili olabilmesi için kendisini çok geliştirmesi gerekiyor.
İyi bir eğitimin bileşenlerinden uzun uzun bahsettik. Ancak bu bileşenler sadece yukarıdaki paragraflarda sözünü ettiklerimizle sınırlı değil. Okuldaki her öğrencinin ilgi, ihtiyaç ve beklentileri birbirinden farklı olduğu halde bu çocukların hepsine verilen ortak eğitimle iyi bir eğitimin sınırlarını çizmek de kolay değildir zaten. Açıkçası çağın insandan veya insanın yaşadığı çağdan bekledikleriyle iyi bir eğitim ulaşılmaz gibi gözüküyor olabilir; ancak ‘’Waiting For Superman’’ belgeselinde olduğu gibi insanların iyi bir eğitime, iyi bir okula ve öğretmene olan inancını kaybetmemesi gerekir. Burada özellikle ‘iyi’ bir öğretmenin ‘başarılı’ eğitimin temel taşı olduğunu unutmamamız gerekiyor. Çünkü Hanushek’e göre; yüksek performanslı öğretmenlerin öğrencileri düşük performanslı öğretmenlerin öğrencilerine göre üç kat hızlı ilerlemektedir. Düşük performanslı öğretmenlerdeki temel sıkıntı ise kendi mesleki yeterliliklerini geliştirmemeleri ve öğrencilerin hayatını güzelleştirme imkânı ellerindeyken, öğrenciye hiç vakit ayırmamalarıdır. Öğrencisinin hayatını, düşüncesini ve kişiliğini önemseyen bir öğretmen, umut dolu çocuklara gerekli özgüveni aşılayacak; böylece hayatlarında bir hareketlilik ve inanç oluşacak bu çocuklar, kendilerini ve hayallerini gerçekleştirebilmek için çok daha fazla çabalayacaktır. En önemlisi de öğrenmeye olan istekleri artan öğrenciler, yaşadıkları sıkıntılı durumları bir nebze de olsa göz ardı edecek hale gelecektir.
Aslında belgesele genel olarak baktığımızda eğitimin birçok bileşenden oluştuğunu söyleyebiliriz. Bu sonsuz bileşenlerin her birisi iyi bir eğitim için kıymetlidir. Ayrıca eğitim ve öğretime olan bakış açımız ve inancımız bizim hayatımızı değiştirecek güçtedir. Bu değişim belgeselde olduğu gibi sadece şans toplarıyla sınırlı kalmamalıdır. Kuşkusuz, filmin bana vermiş olduğu en büyük ders hiçbir hayatın şans toplarıyla belirlenecek kadar değersiz olmadığıdır. Bunun yanı sıra çıkardığım bir başka ders ise: Öğretmenler; öğrencileri kendi çocukları gibi görüp, daha özenli bir eğitim vermeye gayret ettikçe iyi eğitime giden yol mümkün olabilecektir. İşte, o zaman” iyi bir eğitim” argümanı çok daha işlevsel hale gelecektir.
Zeynep Kartal / Atölyeler Koordinasyon Ekibi