Edebiyat derslerinizi hatırlıyor musunuz bilmiyorum. Ben maalesef hatırlıyorum. Sınav telaşının gölgesinde, yetiştirilmesi gereken konular peşi sıra gelirken alelacele işlediğimiz bir dersti bu. Sanatçıların bir tanıma sığdıramadıkları, cümlelere dökemedikleri bu derin sanatı, biz lise öğrencileri peş peşe ezberlediğimiz şairler ve yazarlarla tanıdık. Ne kadar yanlış bir başlangıç değil mi?
Dönüp baktığımda aklıma kaybettiğimiz zamanlar geliyor. O derslerde çok farklı şeyler yapabilirdik. Şairlere yazdıkları şiirlerle, yazarlara romanlarıyla bakabilirdik. İçine düştükleri durumları, gönüllerinde taşıdıkları duyguları anlamaya çalışabilirdik. Hiçbir insan bir isimden ibaret değildir. Yazdıklarında, söylediklerinde, başkalarının anılarında yaşadıkları halleriyle var olurlar aslında. Edebiyat da bu edebiyatçıların ruhundan yansır bizlere. İnsandan insana geçer. Şairleri ve yazarları da tanımak bu açıdan önemlidir. Eserleri ortaya çıkaranları tanıdıkça eserler daha anlamlı hale gelir. Bize farklı kapılar açar.
‘’Okul Deneyimi’’ dersi kapsamında gittiğim okuldaki bir sınıfta Türkçe dersi işte bu hassasiyetle işleniyordu. Küçücük çocuklar kocaman şiirler okuyordu. Herkesin bir şiir defteri vardı. Sınıf öğretmeni bir şairin hayatını okuyor, okutturuyor ve çocuklara yorum yaptırıyordu. Eski zamanları anlatmaya çalışıyordu. Çocuklar çok büyük bir keyif alıyordu Türkçe dersinden. İlk defa bu dersin ilkokul kademesinde bu denli etkili işlendiğine tanıklık ettim. Çocuklar başka bir insanın, kendi dönemlerinde yaşamamış bir insanın hayatına ilgi duyuyor, bu hayatı anlamaya çalışıyordu. Harf öğretmek ya da okuma yaptırmaktan çok daha öteye giden bir tutku gördüm o derste. Öylesine işlenen derslerden değildi. Sınıftaki herkes Türkçe kitabının sayfaları arasında kendine göre bir şey bulmuştu. Mutluluk, umut, çalışma azmi ve çok daha fazlası sayfalardan çocukların yüreğine, ruhuna akıyordu. Böylesine coşkuyla işlenen bir ders elbette çocukların hayatına dokunur ve onları geleceğe hazırlar.
Yukarıda anlattığım olayda da görüyoruz ki Türkçe, Edebiyat gibi dersler sadece şair ve yazar ezberlemek üzerine planlanmamalı. Bu dersler empati yeteneğini geliştirme, eserlerdeki duyguları hissetme, geçmişte yaşananları anlama üzerine planlanmalı. Adeta büyük bir tiyatro gösterisi gibi, herkesin kendisine farklı bir karakter seçtiği, o karakterle bütünleşip eserleri öyle okuduğu dersler yapılmalı. Ancak bu şekilde bu dersin hakkının verilebileceğini düşünüyorum.
Her dersin ayrı bir şenlikle geçeceği, müfredatla sınırlanmayan sınıflarda eğitim göreceğimiz ve vereceğimiz güzel günlere tez zamanda ulaşmak dileğiyle.
Tuğba Coşkun / Bire Bir Eğitim Koordinasyon Ekibi