Dengede Kalmak
“Uğranılan haksızlıklara ve hakaretlere koyun gibi tahammül etmemek insanlığın başlangıcıdır evlat.” Kaçırdığımız insanlığın başlangıcına bu satırla değinir Reşat Nuri romanında. Tahammül kelimesi ile zihnimde birkaç farklı kavram canlanırken, düşüncelerim yoğunlukla denge kurmak üzerine yöneldi. Aslında duygu ve düşünceler denge halinde ise çevremize daha duyarlı ve daha empatik bakabiliyorken, bu dengeyi kuramadığımız da neler oluyor? Tek bir taraf ile hareket ettiğimizde; önyargılara, peşin hükümlere daha mı çabuk kapılıyoruz acaba? Düşüncelerimizin karşısına çıkacak ve sonra fikirlerimizi, zevklerimizi, yargılarımızı değiştirecek diye korkuyoruz ardından ise ön yargı ile yaklaşıyoruz her şeye; kitaplara, müziklere, filmlere, kişilere, en çok da farklılıklara. Dengeyi kurduğumuzda ve ön yargılardan kurtulduğumuzda ise olgunlaşmış hissedip, duygu-düşünce köprüsünde eksiklikleri bir nebze kapatmış oluyoruz.
Hayatın her alanında; işte, okulda, ailede, sosyal ilişkilerde yakalamak istiyoruz aslında bu dengeyi. Hatta hayal kurarken, amaç edinirken, çabalarken, uyurken, yemek yerken bile bir denge kurmak istiyoruz. Bu denge bizi güvende hissettirerek içinde bulunduğumuz alanda ‘kendimiz olmamızı’ sağlıyor belki de. Ancak kendi dünyamıza dönünce işler elbette karmaşıklaşabilir. Her daim bahsettiğimiz ve istediğimiz o denge halini kurmakta zorlanabiliriz. Bahsettiğimiz şey duygu-düşünce arasındaki denge hali ise; bazı deneyimler sonucu kazandığımız beceriler yetersiz kalabilir yeni ‘yaşam becerileri’ne ihtiyacımız olabilir. Bu beceriler neler olabilir peki?
Mesela harekete, eyleme geçme becerisi. Kelime anlamına bakıldığında duygu (emotion), Latincede harekete geçme anlamı taşır. Bu durumda iç dünyamızı keşfetmeye yönelik bir harekette akla gelebilir. Bu bilgiyi öğrendiğimde, duygunun hareket ile yani ‘davranış’ ile olan bağlantısını bir kere daha hatırladım. Hissettiklerimiz davranışlarımıza yansırken düşünce dünyamızı da es geçmiyor elbette. Düşüncelerimizi besleyen duygular ve duygularımızı besleyen düşünceler varken, bu iki alan arasındaki iki yönlü köprüyü dengede tutmaktan bahsetmek, kolay olmayan bir durum olarak görünebilir. İşin içine davranış da dâhil olduğunda, her biri diğerini etkileyen bu üç alanı yönetmek güç bir hale bürünebilir. Bahsettiğimiz bu güçlüğü yönetmek için belki de ilk olarak hissettiklerimiz, düşündüklerimiz ve eylemlerimiz hakkında farkındalığımızı arttırma yönünde adım atabiliriz. Kendimize yaşanan bir durum, olay karşısında ne hissediyorum, ne düşünüyorum soruları yönelterek ve çıkan cevapları gözlemleyerek dengeyi sağlayabiliriz. Dökmen (2000) şöyle bir benzetmeyle ortaya koyar. “Mantıklı düşünceler geminin dümeni, duygular ise geminin yakıtıdır.” Bu geminin bir buz dağına çarpmadan ilerlemesi için, ikisinin de dengede kalması, uyumlanması şart görünüyor. Hepsinin öncesindeki adım ise kendini tanımaktan geçiyor. Duygusal farkındalık olmadan ise bireyin kendini tanıması zorlaşıyor; kendini yeterince tanımayan, duygularının farkında olmayan birinden ise sağlıklı ve dengeli kararlar vermesi, hareket etmesi beklenemiyor. Bunlara bağlı ise kendi iç dünyası ile iletişim kurmakta zorlanan bireyin dış dünya ile iletişimde, kişiler arası ilişkilerde sorun yaşaması da yadsınamıyor.
Dengede kalırken aradığımız becerilerden bir diğeri ise, tanımak. Kendi hissettiklerimizi tanımlamak diyebiliriz. Günlük hayatta her birimizin farklı olaylara karşı kullandığı bir kelime var: duygulandım. Aslında buradan da anlıyoruz, duygularımızın yaşamımıza etkisini. Ancak tanımlamaktan hatta çoğu zaman dile dökmekten kaçınabiliyoruz. Bu kadar yaşamsal bir etkisi olan duyguları tanımaktan, söylemekten bizi alıkoyan neler oluyor? Geçmiş deneyimler, büyüme şekli, aile yaşantısı, çevre, kişilik, mizaç, toplumsal kurallar, etik vb. Aradığımız engel bunlardan herhangi biri olabilir. Duygumuzu fark ederek tanımak ve söylemek, gerçekten ne hissettiğimizi ve ne düşündüğümüzü bilmek nasıl başa çıkacağımızı ardından getirir. Birine öfke hissetmek ile “sana kızgınım” demek arasında fark vardır. Bu farkı ortaya koyacak davranışlar sergilemek, hissettiklerimizi söylemek insan ilişkilerimizi de yapaylıktan çıkararak daha gerçek, kalpten bir hale getirebilir. Ötesi kendini tanıyan, hissettiklerini bilen bir bireyin kendine olan güveni ve kendini kontrol etme becerisi de artar.
Çocuk sahibi olan ebeveynlerin, çocuklarıyla günlük yaşamda duygular hakkında sohbeti; genç ve yetişkinlerin ise çevresi ve kendisiyle olan sohbeti tüm bunlara katkı sağlayacaktır. Ne hissediyorum, ne düşünüyorum soruları ile başlayalım, ne dersiniz? Tahammül etmekten başlayan ve denge kurmak ile devam eden düşüncelerim için neler hissettiğim hakkında ben de düşüneceğim. Sevgiler,
Bedil Demir
Uzman Psikolojik Danışman