Çocuklar için en temel ihtiyaçlarının sevgi ve onaylanmak olduğunu söyleriz. Yapılan birçok araştırmada da sevgi ve onay ihtiyacı incelenmiş ve birçok açıdan önemi vurgulanmıştır. Peki bu araştırmalar nelerdir ve sevgi ve onaylanma ihtiyaçlarını biraz daha derinlemesine incelediğimizde karşımıza neler çıkar?
1944 yılında Amerika Birleşik Devletlerinde 20 yeni doğmuş bebek, sadece fizyolojik ihtiyaçlarının karşılandığı bir deneye tabi tutulurlar. Teslim edildikleri bakıcılar deney talimatlarınca bu bebeklere sadece onları doyurmak, yıkamak ve bezlerini değiştirmek için yaklaşacak ve bunlar dışında hiçbir şekilde temas kurmayacaklardı. Deney esnasında bakım veren kişilerden iletişim kurmaları istenmedi ve duygularından arınmış bir robot gibiydiler. Dört ay sonra, bebeklerin yarıdan fazlası çoktan ölmüştü. Bebeklerin ölmesi için fizyolojik hiçbir neden yoktu; öldüklerinde hepsi son derece sağlıklıydı. Duygusal ihtiyaçları karşılanmayan bebeğin -fiziksel ihtiyaçları eksiksiz karşılandığı halde- ölme ihtimali yüzde yüze yakındır. Yaşamın ilk yıllarında beslenme ihtiyacı kadar sevgi ihtiyacına da muhtacız.
“İstenen bir bebek miydiniz?” sorusu psikoterapide sıkça sorulan sorulan bir soru haline geldi. Çünkü istenip istenmediğini fetüsün yaşamaya başladığı andan itibaren bildiğini ve istenilmemeye karşı ise duyarlı olduğunu biliyoruz. “Hayatta kalma içgüdüsü” (survival instinct) her canlının içinde bulunur ve ebeveynler tarafından sevgi ve kabule muhtaç olduğumuz bu sezgiden kaynaklanır. Alice Miller, istenmeyen çocukların büyüdüklerinde kendi yaşama ihtiyaçlarında hep korktuklarını bedende ise bu korku ve gerginliği bastırarak sürdürdüklerini anlatır. Daha şaşırtıcı bir durum ise henüz anne karnındaki çocuklar üzerinde yapılan elektronik ölçümlerle çocuk hem sevgiyi hem de kötü muameleyi en başından beri hissetmektedir.
Bu bağ çocuk doğduğu anda çocuğun beyninde nasıl gerçekleşir?
Çocuk doğduğu andan itibaren frontal lobu bakım veren kişiye bağlı olarak dünyaya gelir. Bu ne demektir? Siz onun yerine karar verir, onun yerine düşünür, tecrübelerini anlatır, doğruyu yanlışı öğretir; kısacası kişiliğini şekillendirirsiniz. Şöyle düşünmeye çalışalım: Bu canlı gördüğü her şeyi ilk kez görür, yaşadığı her şeyi ilk kez tecrübe eder ve bizim yönlendirmemiz olmadığı sürece ne hissetmesi, ne düşünmesi gerektiğini dahi akıl edemez. Doris Brett Annie Stories isimli kitabında küçük çocukların banyoda ağlamasının nedeninin suyla birlikte banyo deliğinden kayıp gitmek olduğunu anlatır; çünkü “tahliye borusu suyu bu kadar korkutucu bir güçle soğurabiliyorsa, onları da kolaylıkla yutabilir.” Biz yetişkin bakış açısıyla bakar ve çocuğa sudan korkmamasını öğütleriz. Çocukta düşünülen ve düşündüklerini ifade edebilen bir mekanizmayı tetikleyemezsek çocuk tepkisiz kalacaktır. Ebeveynler olarak görevimiz, banyoda ağlayan çocuğumuzun aslında su gideri tarafından yutulmaktan korktuğunu anlayabilmek değildir. Çocuğumuzun bizden istediği onun sesine kulak verebilmek, kendi sesini duyurabilecek kanallar yaratmaktır. Çocukların önlerindeki taşları kaldırmak yerine onlara taştan nasıl atlanılacağı gösterip engellerle karşılaştığında yanında olabilmektir. Korumacı bir ebeveyn olup çocuğu tüm engellerden korumaya çalıştığımız takdirde en çok zararı çocuğumuza biz vermiş oluruz. Araştırmalar sonucunda ebeveynler olarak kendi çocukluğumuzda yaşayamadığımız birçok duygu durumunu aşırı sevgi ve korumacı tavır sergileyerek bastırdığımız açıklanmıştır. Çocuğumuz bizden farklı bir bireydir ve kendi yolunda ışığını bulmaya çalışır.
Bırakalım ki kendi ışıklarını bulabilsinler.
Kübra Dursun